Eğitim Sistemimizde Gerçeklik Krizi: Atatürk Söylemleri ve Toplumsal Algı Uzun yıllar boyunca Türkiye’deki eğitim kurumlarında, özellikle de ilkokul ve ortaokul düzeyindeki sınıflarda, öğrencilere Atatürk’e ait olduğu iddia edilen ancak kaba tabirle “çalıntı” TDK tabiriyle ise “aşırma” diye nitelenen başkasına ait olduğu halde bunu kendine mal etmek gibi birçok söz ve düşünce aktarıldı. Bu sözlerin birçoğu, sorgulanmaksızın ders kitaplarında yer aldı; sınıfların duvarlarını süsleyen panolarda sergilendi, okulların duvarlarına ve büstlere yazıldı. Ancak zaman geçtikçe, bu sözlerin hepsinin Atatürk’e ait olmadığı, hatta başka düşünürlerden veya liderlerden alıntılandığı ortaya çıkmaya başladı. Bu durum, kamuoyunda hem bir şaşkınlık hem de bir güven bunalımına neden oldu. Bugün geldiğimiz noktada, toplumun çeşitli kesimlerinden insanlar —özellikle de genç kuşaklar— sosyal medya üzerinden bu durumu yüksek sesle sorguluyor. "Türk halkı neden kandırıldı?" sorusu artık sadece münferit bir tepki değil; yaygın ve sistematik bir rahatsızlığın ifadesi hâline gelmiş durumda. Eğitim sisteminin temel görevi bilgi aktarmak, doğruları öğretmek iken; neden tarihsel gerçeklikten sapmalarla dolu bir içerikle karşı karşıya bırakıldığımız sorusu haklı olarak gündemdeki yerini koruyor. Burada esas tartışılması gereken mesele, bu tür yanıltıcı bilgilerin kasıtlı bir ideolojik inşa sürecinin parçası olarak ne amaçlanmaktaydı? Amaçlanan her neyse sonuç olarak toplumun güvenini zedeleyen, bireylerde tarihsel şüphe uyandıran bir boşluk yaratmaktadır. Toplumun bilgiye daha hızlı ve doğrudan ulaşabildiği günümüzde, bu tür çelişkiler ve tespitler daha görünür hâle gelmiştir. Halk dilindeki bir atasözü ile anlamlandıracak olursak “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” deyimi ortaya çıkmaktadır. Artık gençler sadece öğretmenlerinden veya ders kitaplarından değil; arama motorlarından, dijital arşivlerden, uluslararası kaynaklardan da yararlanarak kendi doğrularını arıyor. Bu ise eğitim kurumlarının sorumluluğunu artırmaktadır. Eğitim sisteminin temel taşlarından biri olan tarih eğitimi, sadece bir ulusun geçmişini öğretmekle kalmaz; aynı zamanda bireyin zihinsel özgürlüğünü, eleştirel düşünme yeteneğini ve ahlaki pusulasını da şekillendirir. Bu nedenle, aktarılan her bilginin doğruluğu, kaynağı ve bağlamı büyük önem taşır. Uydurma ya da doğrulanmamış ifadelerin "mutlak gerçek" olarak sunulması, bireyin bilgiye ve kurumsal yapıya olan inancını sarsar. Sonuç olarak, eğitim sisteminin doğruluk ilkesi üzerine yeniden yapılandırılması, sadece pedagojik değil; aynı zamanda etik bir zorunluluktur. Eğitimde güveni yeniden inşa etmek için, şeffaflıkla hareket eden, kaynak gösteren, araştırmaya dayalı ve eleştirel düşünceyi teşvik eden bir anlayışa ihtiyaç vardır. İŞTE ATATÜRK’E AİT OLDUĞU ZANNEDİLEN O SÖZLER; Adalet mülkün temelidir; Bu söz HZ. Ömer’e aittir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; Bu söz Fransız düşünür Jean Jacques Rousseau’ya aittir. Köylü milletin efendisidir; Bu söz Kanuni Sultan Süleyman’a aittir. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur; Engellilere hakaret bir sözdür ve bu söz Juvénal’e aittir. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir-fendir; HZ. Ali’ye aittir. Ya İstiklal ya Ölüm; Şeyh Şamil’e aittir.