SULTAN II. MUSTAFA HAN (1664–1703) Osmanlı İmparatorluğu’nun Gerileme Döneminde Direniş ve İrade Sembolü Doğumu ve Tahta Çıkışı Sultan II. Mustafa Han, 6 Şubat 1664 yılında Edirne Sarayı’nda, Sultan IV. Mehmed ile Emetullah Gülnûş Sultan’ın evlâdı olarak dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yıllarını Edirne Sarayı’nda, ilim ve terbiyenin içinde geçirdi. Henüz küçük yaşlarda Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiş, Arapça ve Farsça öğrenmiş, dönemin önde gelen âlimlerinden ders almıştır. Hocaları arasında ünlü hattat Hafız Osman Efendi, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi ve Hoca-zâde Mehmed Efendi gibi ilim erbabı yer alıyordu. Genç yaşta kazandığı bu ilmî birikim, onu Osmanlı tahtına çıktığında devlet meselelerine vukufiyetle yaklaşabilen bir hükümdar haline getirmiştir. Amcası II. Ahmed’in vefatı üzerine, 6 Şubat 1695’te Edirne’de tahta çıktı. Tahta geçtiği gün, devlet erkânını çağırarak biat merasimini bizzat gerçekleştirdi. Tahtın başına geçtiğinde Osmanlı Devleti, uzun süredir Avrupa cephelerinde yıpratıcı savaşlar içindeydi. Buna rağmen II. Mustafa, devletin itibarını yeniden tesis etmeye kararlıydı. IV. Murad’dan sonra gelen padişahlar içinde en bilgili, en kültürlü ve en dindar olanlardan biriydi. Annesi Gülnûş Sultan’ın devlet işlerine karışmaması, onun icraatlarında daha özgür davranmasına imkân tanıdı. İlk Seferler ve Sakız Zaferi Sultan II. Mustafa’nın tahta çıkar çıkmaz yaptığı ilk icraat, donanmayı yeniden güçlendirmek ve denizlerde Osmanlı hâkimiyetini tesis etmek oldu. Kaptan-ı Derya Mezomorta Hüseyin Paşa kumandasında Osmanlı donanması, tahta çıkışının hemen ardından Venediklileri Sakız Adası’ndan çıkararak önemli bir zafer kazandı. Bu zafer, Osmanlıların denizlerde yeniden güç kazandığının ilk işaretiydi. Aynı yıl, genç padişah Avusturya üzerine sefere çıkmaya karar verdi. Elmas Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa, hocası Feyzullah Efendi’yi Şeyhülislâmlığa getirdi. 1695 yılında yapılan birinci Avusturya seferinde Lipve, Lügoş ve Şebeş kaleleri fethedildi. Ordu Temeşvar’a kadar ilerledi. Ancak kış şartları ve devlet erkânının ısrarı üzerine padişah Edirne’ye döndü. Bu sefer, II. Mustafa’nın şahsen ordunun başında sefere çıkan son Osmanlı padişahı olarak tarihe geçmesinin başlangıcı olmuştur. Azak Cephesi ve Rus Tehdidi Bu dönemde kuzeyde Rus Çarı Büyük Petro, Osmanlı’nın Karadeniz üzerindeki hâkimiyetini kırmak istiyordu. 1696 yılında Azak önlerine gelen Rus ordusu, Osmanlı kuvvetlerinin direnişine rağmen kaleyi ele geçirdi. Bu kayıp, Osmanlı başkentinde derin bir üzüntüye sebep oldu. II. Mustafa, ordunun moralini yeniden güçlendirmek için aynı yıl ikinci bir sefer düzenledi. 1696’daki Olaş Meydan Muharebesi’nde Avusturya kuvvetleri mağlup edilerek geri çekilmek zorunda kaldı. Bu zafer, padişahın cesaretini artırmış, Osmanlı ordusuna yeniden güven kazandırmıştır. Ancak Avrupa’da dengeler Osmanlı aleyhine dönüyordu. Savoie Prensi Eugen komutasındaki Avusturya ordusu, 1697 yılında Osmanlı kuvvetleriyle Zenta mevkiinde karşılaştı. Ne yazık ki bu savaş Osmanlı tarihinde derin bir yara bıraktı. Zenta faciası olarak bilinen bu yenilgi, 15.000 askerin şehadetiyle sonuçlandı. Sultan II. Mustafa, savaş meydanından güçlükle kurtulabildi. Bu olay, Osmanlı tarihinde yalnız askerî bir mağlubiyet değil, aynı zamanda bir dönüm noktası oldu. Karlofça Antlaşması ve Diplomatik Dönüşüm Zenta yenilgisi Osmanlı’nın Avrupa karşısındaki üstünlüğünü zayıflattı. 26 Ocak 1699 tarihinde imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin tarihinde ilk büyük toprak kaybını belgeledi. Bu antlaşmayla Macaristan Avusturya’ya, Mora Yarımadası Venediklilere, Podolya bölgesi Lehistan’a, Azak Kalesi ise Rusya’ya bırakıldı. Artık Avrupa diplomasisinde Osmanlı “üstün devlet” olmaktan çıkmıştı. Yine de Sultan II. Mustafa, antlaşmayı bir teslimiyet belgesi olarak değil, barışın yeniden inşası için bir fırsat olarak görmüştür. Savaşlarla yorgun düşen devleti nefeslendirmek için iç reformlara yöneldi. Sadrazam Amcazâde Hüseyin Paşa ve Reisülküttab Râmi Mehmed Efendi gibi dirayetli devlet adamlarının desteğiyle idari düzenlemeler yapıldı, sınırlar tahkim edildi, taşra yönetimleri yeniden düzenlendi. Bu dönemde ilim ve sanat da Edirne sarayında yeniden canlandı. Feyzullah Efendi’nin Nüfuzu ve Edirne Vak’ası Sultan II. Mustafa’nın hocası ve yakın dostu Şeyhülislâm Feyzullah Efendi, zamanla devlet işlerinde büyük nüfuz kazandı. Feyzullah Efendi, ilim ve fazilet sahibi bir kişi olmasına rağmen, yakınlarını devletin yüksek kademelerine getirmesi, halk ve asker arasında hoşnutsuzluk doğurdu. Ayrıca padişahın uzun süre İstanbul’a dönmeyip Edirne’de kalması, merkezdeki yeniçeri ve ulema çevrelerini rahatsız etti. Bu hoşnutsuzluklar, 1703 yılında tarihe “Edirne Vak’ası” olarak geçen büyük bir ayaklanmaya dönüştü. İstanbul’da başlayan isyan kısa sürede büyüdü ve 200 kişilik bir grup Edirne’ye yürürken yolda on binlerce kişiye ulaştı. İsyancılar, padişahı tahttan indirdiler ve yerine kardeşi III. Ahmed’i geçirdiler. Sultan II. Mustafa, tahtını kaybetmenin derin üzüntüsü içinde dört ay sonra, Aralık 1703’te Edirne’de vefat etti. Edirne Vak’ası yalnızca bir taht değişimi değil, aynı zamanda Osmanlı merkez yönetiminde ulema ve asker arasındaki dengenin sarsıldığı bir dönüm noktasıydı. Bu olaydan sonra hiçbir Osmanlı padişahı, uzun süreli olarak başkentten uzak kalmadı. Şahsiyeti, İlmi ve Mirası Sultan II. Mustafa, ilim ve sanatın koruyucusu bir hükümdardı. Hat sanatında maharet sahibiydi; Hafız Osman ekolünden yetişmiş, kendi hattıyla birçok mushaf ve levha yazmıştır. Şiire olan ilgisiyle divan edebiyatına katkı sağlamış, dinî konularda derin bir bilgi birikimiyle tanınmıştır. İslâm’a, ilme ve ilim adamlarına büyük hürmet göstermiştir. O, aynı zamanda “fiilen sefere çıkan son Osmanlı padişahı” olarak tarihe geçmiştir. Bu yönüyle cesaretin, iradenin ve devletine bağlılığın timsalidir. Saltanatı boyunca Osmanlı’nın askerî gücünü korumaya, adaleti tesis etmeye ve toplumsal düzeni sağlamaya gayret etmiştir. Her ne kadar dönemi kayıplarla anılsa da, II. Mustafa’nın gayreti, Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyılda yeniden yapılanmasına zemin hazırlamıştır. Zevceleri arasında Şehsuvar Valide Sultan ve Saliha Sebkatî Sultan gibi devletin ilerleyen dönemlerinde valide sultanlık mertebesine ulaşan isimler yer almıştır. Oğullarından I. Mahmud ve III. Osman, daha sonra Osmanlı tahtına çıkarak babalarının mirasını sürdürmüşlerdir. Sonuç Sultan II. Mustafa, Osmanlı tarihinin en kritik eşiklerinden birinde hüküm süren bir devlet adamıydı. Tahta çıktığında devletin sınırları geniş ama dengesi kırılgandı; tahttan indiğinde ise yeni bir yüzyılın eşiğinde Osmanlı’nın yeniden toparlanma süreci başlamıştı. O, bütün bu çalkantıların içinde vakarını, dindarlığını ve devletine olan sadakatini korumuş; mağlubiyetler içinde bile iradesini yitirmemiştir. Tarihin hükmüyle değerlendirildiğinde II. Mustafa, bir yenilgi padişahı değil, devletin yeniden dirilişi için ilk adımı atan bir geçiş hükümdarıdır. Onun dönemi, Osmanlı’nın askeri üstünlüğünü kaybettiği, fakat devlet geleneğini koruyarak modernleşmeye zemin hazırladığı bir çağdır. II. Mustafa’nın adı, tarihte daima ilim, vakar, tevazu ve gayretle anılacaktır. TEVHİD-İ EFKAR - KAYNAK - HABER - GAZETE - İÇERİK - Tevhîd-i Efkâr, Tevhidi Efkar, Tevhid-i Efkar